Thursday, May 11, 2006

mum ve şapka

Taşıdığı çantanın ağırlığı idi öncelikli sıkıntısı. Daha güzeldi güzel olmasına üniformasız bir hayat ama sıkıntılar bir türlü bırakmıyordu yakasını, işte yine ipsiz sapsız anılar üşüşmüştü başına. Acaba çıkarıp da kurtulsam şu şapkadan kurtulur muyum pişmanlıklardan da diye düşünmeleri geldi aklına. Gülümsemesini çantanın ağırlığı bozdu…

Ayna hep aynı ayna, hep bu dişler gülümseyen, hep bu inat kafa anlamayan. Ağabeyin gelecek, ne olur bu gün de surat asmasan? Senden bir bok olmaz aslanım, hiçbir bok olmaz katiyen. Herkesin var kendisine göre bir sıkıntısı, hadi gel de üzme ağabeyini, hem sever seni O, hem de çok. Para alırken her ay başı tıkır tıkır güzel ama, bir iki gün misafir etmeye vardı mı iş… Yaramaz adamsın, kalleş adamsın, bencil adamsın, şerefsizin önde gidenisin sen…

Otobüs gelmek bilmedi bir türlü, hani yükü ağır olmasa severdi de şöyle boğazda bir çay sigara, tıpkı eski günlerdeki gibi, sadece deniz, sadece martılar, sadece bir iki tekne tıngır mıngır salınıveren, sadece o an, tıpkı eski günlerdeki gibi. Can havliyle bir taksi çevirdi. Çok düşmemek lazımdı böyle gerilere, bozardı adamı, rakı şişesinde boğardı. Camı araladı, bir boğaz çekti ciğerlerine…

Ulan şerefsiz, yaktığın canların faturasını hep sevenlerine kestin zaten ömrün boyunca, ne günahı var bu adamın şimdi, işinden de olmuş, dertlidir şimdi, kırk yılda bir işi düşmüş sana, ihtiyacı var belli, yoksa gelmezdi, gülümse hadi, yoksa paramparça edeceğim bak bu hayranı kalabalık suratı. Eşek kadar adam oldun şu evin haline bak, neyse takmaz ağabeyin böyle şeyleri, kafa adamdır, kafa adamdır olmasına da, bu ne hal aslanım, bari biraz ortalığı toparlayalım.

Biraz tedirgin indi taksiden, ne de olsa adres olmadan, hatırladığı gibi tarif etmişti, ama, iş bu ya , o kadar olmuştu ki uğramadığı biraderine, emin olamıyordu şimdi doğru yerde bulunduğundan. Ah ama evet bu doğru sokak, doğru bakkal, doğru manolyalardı. Zili defalarca çalmasına rağmen açılmadı apartman kapısı. Biraz beklemek geldi aklına, hani belki de bir yerlere kadar gidivermişti Ozan. Oturdu sokağın başındaki kahvehaneye, bir çay söyledi…

Burası da neresi ulan? Bu teyze kim yanıbaşımda çıplak, çırılçıplak, kendini koyuvermiş yağ kütlesi? Saat kaç abicim, hava da kararmış, yav bi saniye, biz hangi gündeyiz? Sıçtın aslanım sen, sıçtın. Bir de romantizm yapmışız baksana, mum ışığı falan…

Kahvehaneyi kapatıp da geri dönmek ta yarımadanın ortasına ağır geldi, taksime uğramak geldi içinden, tıpkı eski günlerdeki gibi…Birkaç bira yuvarladıktan sonra bir humphrey bogart şapkası aldı kendine, bir de ucuz otel buldu, ucuz adamdı ne de olsa…

Sabah küskündü geceye, bir türlü kavuşmak istemedi. Kediler hepsi bir başka tedirgin terkettiler İstanbul sokaklarını. Alacakaranlık asılı kaldı gökyüzünde. Bir kırmızıya çaldı boğazın dingin suları, boğaz boğaz olmaktan, yaşam da katlanır sınırlardan çıktı...

Yarım kalan hikayeler karıştı sonsuza, son duasını etmeye kimsenin fırsatı olmadı.İçi burkuldu evrenin, ağzında bir yarım söz, kendi içine kapandı, herşeyden öncesine döndü geriye kalan hiçbirşey..

0 Comments:

Post a Comment

<< Home