Saturday, January 27, 2007

Taşınıyoruz

metemorfoz@wordpress' e ....

Tuesday, January 23, 2007

beş numero

hiç şüphesiz bu düpedümdüz kaçmak
tekerlek çeviren çocuk bile ağzı açık şaşkın
ne kadar hızlı koşsan da atlamadan o duvarı
bu duyarsızlıktan çıkamazsın

görüyorsun elleri dolu
bırak da ne alacaksa alsın birikmiş yalnızlıklarıyla
o bunu birşey sanıyor
sevmiyorum deyince öleceksin kristal tarlalarda
çözülmeyecek buzdan heykelin uzun bir süre biliyor
rahatlar sanıyor seni unutunca
bırak ne satacaksa satsın
o sen bilmiyorsun sanıyor
bırak bilmesin

bu akşam kimse evine yalnız gitmesin
parklarda koyalım yeni bebek dünyamızın adını
geceleri yalnız pencerede ayı seyredişini düşlüyorum
güleyim gelisor

gel de güleyim !

dört numero

aklının tadı ekşi acı bir burukluk parmak uçlarımda
saçların örmüş bu cangılı
tadını çıkartmalardan örtük gece yarınlarına koşmaktayım
bir sis çaldı gözlerinin ferini bende
sağ sol karıştıran ayaklarıma ne mümkün söz dinletmek
her ekmek alış para verişlerde yıpranışı çocuk yalnızlığın
hatırlatan
dudaklarımın arasından çıkan da kuşatan zamanı duman
bilirsin sevilemezdin
saatler dörtbuçuk dörtbuçuk
hiç umursamaz yalanlar sıralıyor sana karşına oturmuş da
denizin soluğu da sarmalamasa hani şu an hüznünü
dayanmak ne mümkün hayata
ellerinsiz tenim söz dinler mi
dinler de keser mi ağlamayı
delik ceplerinde kaybettiği gençliğini arayan alkolik geçiyor sokaktan bak !
zamanın sözlerine kanan yaşlı çocuk ağlıyor balkonun köşesinde
korktuğun dehlizler kaderin oldu
bak !

üç numero

yanık barut kokusuna esir bir öğle sonrası
ağaçların gölgeleri bir tablo boyuyor benden sana çıkan yokuşta
siyah
kaybolan bakışımsız günler işte
beyaz
susamışım çimenlere bırakıyorum kollarını
dayısı tartaklıyor annesinin yalanlarını kuş kızın
sebil karpuzlara adanmış hayallerin çocukları kaldırımlarda oturuyor
akşama kavuşacak olmanın hüznü
şimdiden çökük dağlarımızın omuzları
sarı
şu an birden unutuş kalkabilir tezgahlardan
kalkar da konar bir gün bu yalanlar bulutlara
kirlenir dünya
sevdiğinden emin misin ?
sevgi nedir bilirsin
gri
olmasına olur ama
olmaz olmaz
şeffaf
acının farkındalığı sinmiş camlardan sarkan çarşaflara
kadınların beklentilerini gece melekleri çalmış
şu geçmiş yıllar da hep sırtı bana dönük
karanlık dağların arkasında kalmış
hesaplar karman çorman
kahverengi
hiçbirine aldırmayan bir yaşlı adam uzanır şu çatıda
kenarlarda biryerlerde
dalgınlığının sorumsuz masumiyetinde saklı
mavi
...

Monday, January 22, 2007

iki numero

belli oluyor birşeylerden haberdar olduğu
kaldırımları eviren çeviren
kırmızı eteğinin içinde kalçaları
yüz pencerede
zihni üşütmelerdesin
ahahahaaay diyesin geliyor köşeden görünüverdiğinde
aldanılansın
aldanansın
yansın yalnızlığını örten karanlık ormanların
ağlayasın
ıslak şapkanın altında dans ediyor hatıraların
bir vals bir punk
üşütük üşütük üüşüütüüükk
karşılaştığın her bakışı cezalandırmaktasın
aşkınla ısındığın kışlarından kalan bir eski fısıltı kulağını tırmalamakta
bulantıdasın
bunaltıdasın
işin zor hani ..

bir numero

ölüme düşmenin eksikliğinde bir yerlerde
eğilmiş kirli ayakkabılarını bağlıyor
ben neye sebep ?
söylesene niye ?

nedenselliğin kaskatı kesilmiş
buz tutmuş kırlarında
sek sek sekerek
evde yiyeceği sopayı bilerek..

kimdir bu karşıdan gelen sakallı
ağlaya ağlaya kurumuş asasına dayanarak
anlamı kaçıran yalnızlık
sıçarsın sen adamın ağzının tam ortasına
kim kime sebep ?
söylesene kim ?

bıyıkdan çıkan burun kadar içine kapanıksın işte
söylesene neden ...

Friday, January 19, 2007

toprağı bol olsun ...



KATLEDİLDİ !

içimden bir parça bir karanlık denizin dibinde bu akşam

dağlar yıkılsın üstünüze

bütün tarihinizle birlikte süpürsün sizi bir fırtına

sizler olmadan daha güzel bir yer olacaktır dünya

daha kaç tane daha hrant dink çıkar ki bu ülkeden ?

gidebilmeli, gitmeli ...

Monday, January 15, 2007

iteklenmelerde...

gerçek anlamda çaresizliğin ne demek olduğunu biliyorum. birisi tarafından sevilmeden körkütük sevmek ne demek biliyorum. asla beklenilmediğini bilmek ama yine de bekleyen birilerinin olmasını istemek ne demek biliyorum. ona onu anladığını anlatarak bakıp da psikopat zannedilmek ne demek biliyorum. çok sevilir gibi görünüp de hiç sevilmemek nedir biliyorum. bütün bunların hiçbir anlamı olmadığını biliyorum. anlamın gerçeklikten uzak bir kavram olduğunu biliyorum. özgürlüğün çok öncelerde kirletildiğini, sevmenin paylaşılmaz olduğunu bir zamanlar, biliyorum. şimdi ise gerçeklik ötesinde uydurmaca bir dünyada yaşadığımızı biliyorum. bu bir fantezi biliyorum. bu kabusun biteceği gün diye bir hayal besliyorum içimde, gerçekleşmeyeceğini biliyorum.

aldırmazlıkla tüketiyorum. hiçbir değer tanımamışcasına unutuyorum. çoğu gün dışarı çıkmadan önce ne giymiş olduğumu fark bile etmiyorum. para cebimde kirliymişim hissi veriyor harcamadan duramıyorum. ne kadar da çok sigara içmiş olduğuma bir türlü önem veremiyorum. bir yan odadaki yatağıma uzanasım gelmiyor, uykularımla artık avunamıyorum. benle ilgili herhangi bir şeyin herhangi birinin kötü hissetmesine neden olabilecek olması ihtimali beni hasta ediyor, hertürlü diyalogdan kaçıyorum. kendimi iyi hissetmiyorum cümlesi midemi bulandırıyor son zamanlar, yalan söyleyecek gücü olmayan kırmızı kukuletalı cüceyi oynuyorum. dişilerin dişiliğini fazlasıyla sahte buluyorum çoğu, komedi üstadı olarak geziyorum orada burada.

gerçek bulduğum yalan çıkıyor. dayanmak istediğim duvarlar rüzgarda ufalanıyor. benden sevilene rüzgarlar. insanları koşuştururken seyrediyorum, oraya buraya. marketin kasasında çalışan kızlardan birinin ciddiyetine hayran kalıyorum. böyle bir duygu durumunun halen var olabilmesi beni alt-üst ediyor adeta. odaya kapanmakta buluyorum daha önceden bulmuş olduğumu.

bu aralar böyle...

Friday, January 12, 2007

ayna ayna söyle bana ...

bir an için gözünü kırpmadan izlediğin idam sahnesi
sarhoşluktasın
üşüyen parmaklarına yanan sigaranın temasındasın
geçip de gitmemekte günler
gidememekte ait olduğu karanlığa

kotun çorapların kazağın montun ve botların
sırılsıklam
sırılsıklamsın
arkandan arkandan gelip de seni sarmalayan yalnızlığın
var

akşamlarda daha iyi tarif etmek var kendini kendine
hergecenin efendisi kabusların var
aldırmaz bir hazırlıkla yatağına uzandığın
soğuklar
var

uzanıp da sarıldığın bir hafiflik ceketinin cebinde
sağda solda tozlu kitapların
çorapların
yıkamaya sürekli üşendiğin bardakların
her odada ağzına kadar dolu kültablaların
yaşlanman
unutman
unutulman
binbir mercek düşüşlerin derinlerindeki sen'e takılı
görüvermenin eşiğindesin
...

saadet şiiri

vagonun kapısını sisli göle açıyor
atıyor kendini çocuk hayallerin kollarına
bir tabloda esir kalmaktan korkuyor en çok
canını acıtmaz kolay gelen sevdalarda
gelme mutluluk gelme
yüzünde bu gülümseme

kahkahalar eyliyor gönlündeki kırları
eteğini havalandıran kuşlar böcekler coşkusu
dondurmanın temasında o kor ateş diline
en hafifinden bir bulut üstünde
en içlisinden türküler ağlar
üstüne kapanmayın dağlar
sizin işiniz benimle

ayacıklarının değdiği bereketli topraklarda
her türlüsünden ufacık şirin umutcuklar doğmaktalar
sesinden yayılan çiçek büyü ile
aklımı fikrimi almalar gözgöze geldiğimizde "aklının odalarında"
her nerden bulup da o kadar enerjiyi içimin dehlizlerinden
yaşayabilmem şu güzelliği var ya!
dokunulmaz..

kuş sürüleri baharımıza kaçmaktalar

Wednesday, January 10, 2007

"Anti - Peygamber"

" Her insanın içinde bir peygamber uyuklar ve o uyandığında, dünyadaki kötülük biraz daha artar...

Vaaz verme çılgınlığı içimizde öylesine yer etmiştir ki, korunma içgüdüsünün bilmediği derinliklerden doğar. Her insan, kendinin bir şey önereceği anı bekler: Ne önerdiği önemli değildir. Bir sesi vardır ya, o yeter. Ne sağır ne dilsiz olmanın bedelini pahalıya öderiz...

Çöpcüsünden züppesine kadar herkes, cinai cömertliğinin kesesinden harcar; hepsi, mutluluk reçeteleri dağıtır: hepsi, herkesin adımlarına yön vermek ister: Ortaklaşa hayat, bundan ötürü tahammül edilmez bir hale gelir; insanın kendi hayatı daha da çekilmez olur: Başkalarının işlerine hiç karışmadığı zaman kişi kendi işleri için o kadar endişe duyar ki, kendi "benliği"ni bir dine çevirir, ya da tersten havarilik yaparak "benliği"ni yok sayar: Evrensel oyunun kurbanıyızdır...

Varoluşun veçhelerine getirilen çözüm önerilerinin bolluğu, ancak bu önerilerin nafilelikleriyle mukayese edilebilir. Tarih : İdeal imalathanesi... huyu suyu belli olmayan mitoloji, sürülerin ve yalnızların taşkınlıkları... gerçekliği olduğu haliyle tsarlamanın reddi, ölümcül kurgu açlığı...

Fiiliyatımızın kaynağı, kendimizi zamanın merkezi, nedeni ve sonucu zannetmeye bilinçsizce meyilli olmamızdadır. Reflekslerimiz ve gururumuz, teşkil ettiğimiz et ve bilinç parçasını bir gezegene dönüştürür. Eğer dünyadaki konumumuzu doğru olarak anlayabilseydik; eğer kıyaslamak, yaşamak'tan ayrılmaz olsaydı, mevcudiyetimizin ufaklığının açığa çıkması bizi ezerdi. Ama yaşamak kendi boyutlarına karşı körleşmektir...

Bütün fiiliyatımız - soluk almaktan imparatorluklar ya da metafizik sistemler kurmaya kadar - kendi önemimiz hakkında bir yanılsamadan , bilhassa da peygamberlik içgüdüsünden çıktığına göre, kendi hükümsüzlüğünü doğru bir şekilde görmesi durumunda, işe yarar olmaya ve kendini kurtarıcı gibi göstermeye kim çalışırdı ki ?

"İdeal"siz bir dünya, doktrinsiz bir can çekişme, yaşamsız bir ebediyet hasreti... Cennet... Fakat kendimizi oyalamaksızın bir saniye bile var olamazdık: İçimizdeki peygamber bizi kendi boşluğumuzda ihya eden deli tarafımızdır.

İdeal bir şekilde zihni açık, yani ideal şekilde normal insan, içindeki hiçlik'ten başka hiçbir şeye tutunmamalıdır... Onu işittiğimi farzediyorum: "Amaçtan, bütün amaçlardan koparılmışım; arzularımın ve burukluklarımın sadece formülünü muhafaza ediyorum. Sonuca bağlama edimine direndiğim için ruhu yendim, tıpkı hayatı da, onun içinde çözüm aramaktan dehşete kapılarak yendiğim gibi... İnsanın seyri - ne mide bulandırıcı şey ! Aşk - iki tükürüğün karşılaşması... Bütün duygular mutlaklarını salgı bezlerinin sefilliğinden alırlar. Asalet varoluşun yadsınmasındadır, harap olmuş manzarlara tepeden bakan bir tebessümdedir yalnızca.

(Vaktiyle bir "benliğim" vardı; artık sadece bir nesneyim... Yalnızlığın bütün uyuşturucularını tıka basa alıyorum; dünyanın uyuşturucuları bana benliğimi unutturamayacak kadar haifitiler. İçimdeki peygamberi öldürmüş olduğuma göre, nasıl olur da insanlar arasında hala bir yerim olabilir ki?) "

diye sorarak bağlamış E.M.Cioran...

italikler yazara aittir..

ben de size soruyorum; tekinsiz, umursamaz, mutlak bir hüzün objektiviteyi bozan unsurlardan başlıcası haline gelebilir mi ? Yani iyiden iyiye bozabilir mi manzaranın netliğini, tepelerden bakıyor olsak da sislenir mi ortalık, soğuk kemiklerimize işler de uzaklaşabilir miyiz gördüğümüzden ?

Sunday, January 07, 2007

zor zanaat bu, yaşamak ..

adam masa başında ömür çürütmekte
otobüs bileti çekmecede
kalbi sümen altında
hayalleri sigara molası verdiği merdiven boşluğunda
adam kibirli
adam kızgın
adam zavallı
aklı fikri, herşeyi karısı
terk eyledi bu dünyayı bir kaç kış önce
anlayamamasını anlamlandıramadı birtürlü
hep aynı lokantada öğlen sigaraları rahat
bir takım ki üstündeki bir kaç kıştır tek yoldaşı
dayanabilecek belki de
de bu hiç arayıp soranın olmayışı
de gecelerin yalın insafsızlığı
de çocukluğunun bile artık içini ısıtamayışı
de çayı dalıp dalıp da bir türlü sıcak içemeyişi
de toprak altındakilerden soluk çürük teni her sabah aynada karşılaştığı
de hiç değilse bu kudurgun çaresizliği
olmasa..

Saturday, January 06, 2007

boş

gelebilseydim karşılar mıydın beni değirmenin kapısında
evlendiğimiz gecenin sabahı ölene kadar beni seveceğini söyler miydin
çarşaflarda ılık bir huzur
bir nisan güneşi batmakta
şeftali odamız
kokun odayı doldurup sokaklara taşmakta
insanlar gülümsemelerine engel olamamakta

böyle boyar mıydı pembe bizim diyarlarımız dünyayı

dokunduğum yerler teninde ateş gibi yanar mıydı
kıvılcımlar denizinde yüzer miydik sabahlara kadar
vapurda yanımda duran o güzel yüzüne döndüğümde yüzümü
bir martı kutlar mıydı bunu
arkanda kalan manzarayı senden yayılan anlam doldurmakta
güzellendi dünya bak

ısıtabilir miydik korkularını insanların

bale adımları gezer miydik ormanlarda
kulaklarımızda hep o aynı melodi
nirin naram nirin naram nirin naram
naram naram
naram naram
nirin naram
kollarıma bırakır mıydın kendini kendimizi kırlara attığımızda
nirin nirin naram naram
sen ve benden başka birşey kalmaz mıydı
naram naram

akar gider miydi kiri pası varoluşun ?

gelmeliydim biliyorum..



* Erik Satie ' ye ithaf olunur..

Friday, January 05, 2007

teşekkür

Turgut Uyar ile geç tanışıklığıma sebep olduğun için allah senden razı olsun Burak !

Thursday, January 04, 2007

kertenkele

o kimsenin haberi olmasın istiyor
gezsin çiğ damlalarının nemlendirdiği yapraklarda
derinliğinde kokular cennetinin
melekler kadar hafif
çağlayan nehirler kadar canlı

güneşin araladığı çimler diyarında
toprak kokusunda
günün misafirlerinin kıpırdanmasında
karnından gelen nağmelerin nazlanmasında
gezsin

yaklaşsın şu bacası tüten kulübeye
yemek sofrasında al yanak ailesi
günün ilk yemeklerinde hep coşkulu, gürültücü olurlar
hem onlar görmeden kargaşada onu
görüverir o şarkıkızı
ayrılmaz hiç etrafından
bekler ortalık sakinleştiğinde rüyalar söylemesini
düşünmekten vazgeçemediği
kalbini pamuk ellerini buz yapan
adımların göklere doğru atılabildiği
formların celladı rüyalar

ufacık evinde bir sonraki günün hayalinde saydamlaşan geceler
sofrasının üzerindeki kırıntıların yumuşak dansı
soğumuş yatağına uzanışlarda huzurlu bir irkiliş
kimse duymasın, kimse bilmesin ...

Wednesday, January 03, 2007

varsayımlarının kurbanı küçük adam soruyor

vazgeçiyor
hatırlıyor aciz kalıp da sahilde yalnızlığına çekildiği serin geceleri
utanıyor kimi kırgın zihinlerde açtığı dipsiz kuyuların yarattığı uğursuz akustikten
ağlıyor zamanın gücüne meydan okuyan cesareti için
birkaç damla gözyaşı da onun için döküyor

kaçıyor
korkuyor bir tek sözcük geçmişinden gelip de yakalayan, alaşağı edebilir herşeyi
çıldırıyor sinirden mesellerin üstüne çektiği hafif ipek perde eline koluna dolandığında
arınıyor yeni günün getirdiği umursamaz dinginliğin tutup sarmalayan engin kollarında
kendini adamak için şu ana, karanlık dağlardan gelen o bilge suyla yüzünü yıkıyor

hayal ediyor
uçuyor mavi kırlardan alçalarak pembe denizlere, bilinmeyende bilinmemek için
konuşuyor lacivert fillerle yok olan heyecandan, şiir terkedeli buraları
anlıyor kaybının peşinde bunca yıl ağıt yaktığı şarkının sihrini
bir sözcük de onun için istiyor çıksın ağzından, mührü bozamıyor

soruyor
sürekli soruyor, bakıp da bulutların üstünden görecek vakti bulamıyor manzarayı
küçük adamın aklı takılı
elleri ceplerinde
oturuyor günah koltuğunda
bu yüzden iki yakası biraraya gelmiyor
..

olamıyor ama

gelmiyor o güç, onu bulduğum o karanlık inden dışarı
dağılmıyor kara bulutlar çocukluk düşlerimin üzerindeki kurumhavada
yetersizliğimden güller açıyor gri
karanlık göldeki yansımasına bakıyor bir kız çocuğu
balık tutuyor uzun saçlarından yüzü görünmeyen
kibirin ateşine atılmış yanıyor eski siyah beyaz fotoğraflar
babam elimden tutmuş yürüyoruz çiftliğin toprak yollarında

derya'yı buluyorum saklandığı yerde
korkuyor yine
hep ben kazanıyorum saklambacı
balık sever miydin sen derya ?
beni düşünür müydün hiç geceleri ?
seni gördüğümde içimden taşan esinti serinletir miydi menekşe yüzünü hiç ?

takılı plak gibi, esnetip şeffaf duvarları da kurtulunur mu uzamdan ?
bir başka boyutta oturmuş gülümsüyorum bir başka evin bir başka odasının bir başka koltuğunda
oradan buralar görünmekteler
kalbi kırık bir senaryo hepsi
o kadar...